Sabah dokuzda yola çıktım. Nisanın altısı. Yerlerde kar var, hava soğuk gibi; ancak güneş var. Yürümek için ideal bir ortam. Yarı-maraton çalışma planına göre bugün biraz gevşek davranabilirim; haftada bir gün. Etrafta kuş sesleri; zaten önünde yürüyüp kaçmıyor Robin-Birds, sincaplar yol açıyor. ve hemen ağacına tırmanıyor; yüksek ve ulu ağaçlara. Buraların sahibi olduğu iddialarını, Reading’de evlerine astıkları bayraklardan anladığım İrlandalılardan çok daha önce burada olduklarını anlatmak istiyorlar; hafif rüzgarda uğuldayarak, gerçekten konuşuyorlar. Yollar tertemiz, bakımlı. Ülkemiz kalabalık caddelerinden sonra burada terk edilmişlik ortamı yaşıyorum. Önümde uzanan “Summer Street” ismine zıt bu kış gününde bu yayanın ne işi var üzerimde der gibi. Yaklaşık 4 kilometre yolum var gideceğim yere; dört de dönüşü sekiz. Bir saatten fazla yollarda olacağım. Cadde dümdüz olduğundan sonunu bile görebiliyorum. Ne bir insan, ne bir başıboş hayvan. Ne kaldırımlarda park eden arabalar, hatta herkes erkenden işlerine gittiğinden araç bile nadiren geçiyor. “Lale Devri” şarkısını bağırarak söylüyorum, ağaçların uğultusuna karşı. Geçerken bir mağazaya giriyorum, sadece meraktan. Torunlara ufak birkaç hediye bulup kasaya gidiyorum. Koca dükkanda zaten fazla kimse yok. Kasadaki bayanla sohbet ediyorum. Soruyorum: “Yaşınız kaç, mahsuru yoksa?” Bana 76 (yetmişaltı) yaşında olduğunu ve tüm ömrünü bu kasabada geçirdiğini anlatıyor. Kocamı kaybedeli onbeş yıl oldu diye ekliyor. Altı torunu ve birde torununun çocuğu varmış. İki yerde çalışıyorum diyor; buradan çıkınca başka bir mağazada “part-time” çalışmaya gideceğini söylüyor, gururla. Kırk yaşında emekli edilmiş biri olarak soruyorum: “Mecbur musunuz çalışmaya?” “Birinci neden ekonomik olarak çalışmam gerekiyor; çünkü sigortam %80’ini kapsıyor; geri kalan kısımı için para kazanmam gerekiyor” diyor. İkinci neden: “Çalıştığım zaman beden ve kafa sağlığımı koruyorum” diye anlatmaya devam ediyor, gülerek ve ilgi ile. Benim hakkımda da bilgiler soruyor. Bir müşteri gelince vedalaşıp ayrılıyorum.
Sırada kütüphane var. Daha kapıda, içeri girenlerden biri mutlaka kapıyı tutuyor, geçmeniz için, genç-yaşlı fark etmeden. Kütüphane görevlileri gülerek karşılıyor. İçeride yaşlılar ve “mental retardasyon” oldukları belli bir grup var. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Tüm dergiler var; Türkiye’de çok pahalı bulduğum, bilim dergileri, yaşam dergileri, gazeteler, kitaplar, DVD, internet. Bir kaç dergi alıp okuyorum.
Oradan çıkıp, biraz yiyecek almak için markete giriyorum. İnsanların yüzüne baktığında muhakkak laf atıyorlar. Çalışanlar ve kasaya geldiğinde oradakiler, muhakkak “Nasılsınız bugün?” diyorlar. Burası bizdeki halk marketleri seviyesinde bir yer. Hafta içi ve çalışma saati olduğundan sanırım genelde ileri yaştakiler çoğunlukta. Market arabası ile reyonlarda karşılaştıkça herkes biri birine yol veriyor, gülerek ve özür dileyerek.
Sonra aynı yoldan, bazen de ara sokakları değiştirerek geri dönüş başlıyor. Saat biraz ilerlemiş. Bir-iki koşan var. Zaten yürüyerek giden benden başkasına rastlamadım, geldiğimden beri nerede ise bin kilometre koştuğum bu beldede. Bazen okul çıkışı çocuklar olabiliyor. Bir de okula mücavir caddelerin başını tutan gönüllü yol kesiciler.
Reading’de bir gün daha çok sessiz ve sakin geçmiş oldu. Tabi buranın güzelliği buranın insanları için. Yoksa bizim gibi sonradan gelip geçenler için, dönüşte ve ara sıra hatırladığımızda iç geçireceğimiz bir hatıra olarak kalacak, sadece… Reading, MA-06 Nis 16 Salı