Çocukken, aklımız ermeye başladığında, herkes gibi otomatik olarak okula gönderildik. Şu ders, dönem, okul bir bitse dediğimi anımsıyorum. Daha sonra kaderin bir cilvesi ya da bir arkadaşımın uzattığı başvuru formu yüzünden askeri bir okula girme. Burada evden uzak ve zahmetli hatta eziyetli bir ortamda geçen sürenin geçmesini beklemek; önce haftalık, sonra bayramlık izin günlerini iple çekme. Bitiminde yüksek okuluna geçiş ve burayı bitirip adam olacağını, işlerin biteceğini zannetme. Sonra diğer adımlara girme; yüksek lisans, atama, kurs vb. Ve bunların biteceği günleri hesaplayarak daha sonra ne yapacağını hayal etme ve rahata erişeceğini zannetme.
Yirmili yaşlarda evlilik… Sonra çocuklar…Çocuklar bir okula başlasa. Başladılar; ilk, orta, lise. Sınavlar sıra sıra…Bir Anadolu Lisesine girse iyilerinden üniversite garanti. Anadolu lisesi zor diyorlar; bakalım nasıl gidecek dersler. Servisler de canavar gibi kullanılıyor, çocuklar bir bitirse şu okulu bir kaza olmadan. O da bitti… ÖSS sınavında iyi bir puan, üniversiteye girdiler mi, iş tamam mı acaba? Yok daha nerede? Üniversiteyi nasıl bitirecekler? Bu arada kötü arkadaşlar çıkabilir mi? İstenmeyen yollara düşebilirler mi?
Oh nihayet üniversite bitti! Bundan sonrasını kendileri halledebilirler artık. Amerika’da çocuklar 16 yaşından sonra kendi iradeleri ile araba alıp kullanıyor, 18 yaşında ayrı eve çıkıyorlar, bizimkiler de 20 yaşını geçti, mesleği de oldu, artık başlarının çaresine bakarlar? Ama bir de yüksek yapsalar da ileride ezilmeseler. Hem yüksek lisans ve doktora olunca kollarındaki altın bilezikler epey kalınlaşır. O da bitti. Aaa, askerlik unuttuk. Her ne kadar bedelli filan arada çıksa da herkese vurur mu ki? Askere elimizle teslim edelim, acemiliklerini de orada kalarak bekleyelim. Bakarsın bir şeylere ihtiyaç olur. Ondan sonra serbestiz.
Kırklı yaşlarda tabi kendi işimiz devam ediyor. Rütbeler, tatminsizlik, dışarıda çeşitli işler; daha iyi bir iş ve pozisyon bulursak gelecek garanti. Bir de kendi evimiz olsa da kiralara kalmasak iş tamam, araba da lazım tabi ki. Biraz çalışır emekli olur, sonra ver elini bir deniz kenarı; artık balıkçılık mı yapılır, aylak aylak gezilir mi, ya da en iyisi ufak bir bahçe ile uğraşmak, nasılsa serbest kalacağız. Yıllar geçiyor, yaş ilerliyor…
Çocuklar, birilerini bulmuş, getirmiş; bununla evleniyorum ya da evlendim, isterseniz düğünümüzü yapın. Hoppala! Daha dün benim için kız istemeye gitmişti annem-babam. Neyse düğünlerini yapar, evlerine yerleştiririz, sonra serbestiz. Hem arada da onları ziyarete gideriz ya da onlar gelir. Hoop ilk torun! Anne gel. Zevkle…Bir yıl, iki yıl…Diğer torun yurt dışında diyelim Amerika’da doğacak. Nasıl yapacağız, gidilecek. Bu başka şeye benzemez, el kadar çocuk elin yabancısına teslime edilir mi, kreş de olsa.
Yaş altmışa gelmiş, bizim bahçe hala bekliyor bellenecek, tekne de boyanması gerekiyor. Deniz kenarında yürümesi de biraz ertelenecek galiba. Çocukların tayini var, onu da bekleyelim ona göre nihai yerleşim ya da göç edeceğimiz yeri belirleriz. Yurt dışındakiler de gelirse ona göre de elastik olmak lazım.
Yaş seksen, torunlar ne yapacak, ülke nereye gidecek? Nereye yerleşsek? Arada Azrail’in “Bu taraflar çok güzel, buraya yerleşin; hem sıcak su her daim, faturasız hem de bir sürü dost, akraba, meşhur kişiler var” deyişini duyarak. Bahçenin üzerini orman bürümüş, teknenin ahşapları çoktan çürüyüp toprağa karışmış, deniz kenarı romatizmaları azdırabilir.
Keşke Budha’nın yaptığı gibi 29 yaşında her şeyi terk etseydik, 35 yaşında aydınlanır mıydık ki? Ancak Budha eşi ve çocuklarını kendi sarayında refah içinde bırakmış da gitmiş. Biz gidemezdik ki…Reading, Ma, 23 Nisan 2016
Geçtim dünya üzerinden
Ömür bir nefes derinden
Bak feleğin çemberinden
Yolun sonu görünüyor…