Akademik Deneyim

2017 yılına girerken  hedefler listesinde durum şu şekilde idi:

Hedefler

-60+   yaş   : Üniversite Ders verme
-61-65 yaş :Olimpik Triathlon
-70 yaş      :  Maraton Devam…
-80 yaş      :  Yarı-Maraton
– …. yaş      : Hatıraları bir kitapta derlemek
-…… yaş      :  Dahası var

Gerçekleştirilenler

√ 60 yaş: Ph.D. İşletme,
√ 60 Yaş: İlk Maraton; 3h:46m
√ 58 yaş: Uzun mesafe koşu başlama
√ 48 yaş:  3 yıl süre ile ud dersleri
√ 40 yaş:  Özel sektör başlangıcı.
√ 37 yaş:  MBA

Bu hedeflerden en yakın olan “Üniversitede Ders Verme” olayı da 2017 yılı ilk yarısında erişilen bir olay olarak gerçekleşti. Her ne kadar Ankara’da bir üniversitede ders verme benim için daha uygun olsa da, yerleşik düzen açısından, gerek Ankara’nın bu konuda çorak olması ve gerekse buralara talebin fazla olması nedeniyle bu hedef İstanbul’da gerçekleşmiş oldu.

İstanbul Gelişim Üniversitesi Avcılar’da standart “Third-Tier” bir vakıf üniversitesi. Öğrenci sayısı açısından vakıf üniversiteleri arasında ilklerde, fakat gerek öğrenci başarı sıraları gerekse öğretim üyesi yerleşikliği açısından klasına uygun bir düzeyde. Ancak gerek mevcut akademik kadro gerekse yönetimdeki gençler iyi niyetli, gayretli ve güler yüzlü geldi bana.

Ekim 2016 girdiğim YDS-İngilizce sınavından aldığım yüksek not sayesinde İngilizce İşletme Bölümünde Yrd. Doç.Dr. olarak 61 yaşımda akademik hayata adım atmış oldum. Bir masa, bir laptop ile altı kişilik bir ofis odasında göreve başladım. Ve aynı gün, 6 Şubat 2017, ilk dersime girdim: “Business Administration”. Ancak daha ilk günden buralarda yerleşik garip alışkanlıkları da görmeye başladım. Meğerse ilk dersler, vize ve final öncesi ve sonrası haftaların dersleri ve daha bir çok olaya bağlı günlerde öğrenciler derslere girmezmiş :-( . İlk derste sınıfta sadece 3 kişi vardı, 31 kişilik listeden ve bu 3 kişiden 2 ‘si beni hiç yalnız bırakmadan 14 hafta “full” devam etti. Yine ilk günden öğrendiğim diğer bir konu da İngilizce ders verirsem kimsenin takip edemeyecek düzeyde İngilizce seviyesine sahip olduğu idi. Bunun sıkıntısını ve sonuçlarını daha sonra bizzat yaşadım. Öğleden sonraki derste de benzer bir tablo hakimdi. Ancak burada iyi haber dersin Türkçe olması ve herkesin Türkçe bilmesi idi.

Belki bu alanda çömez olmuş olmam fakat çok farklı alanlarda çalışma deneyimliyim diye bana 4 farklı fakülte-enstitüde 6 ders yazmışlardı (Buna sonradan bir ilave daha yapıldı). Toplamda haftada 7 ders ve 22 saat  işe doğrusu derse koyuldum. Bu da ayrı kulvarda bir maratondu benim için, dile kolay nerede ise 26 hafta (maraton 26 mil olması da bir tesadüf.) Anladım ki maraton koşmak bunun yanında çok kolay. Haftalık egzersiz yap, hazırlan, son günlerde yiyeceğine, içeceğine dikkat et ve koş, kendin, kimseye bağlı değilsin. Fakat burada her ders farklı bakışlar, anlamsız, anlamasız, ilgisiz.

Yıllar boyu kazanılan deneyim ve biraz da sabır hedeflenen bu maratonu da başarı ile tamamlamayı sağladı, bana. Nihayet Haziran ayı geldiğinde dersler bitmiş, sadece final ve ardından bütünleme sınavları kalmıştı.

İlk akademik deneyimin başarılı geçtiğini gösteren emareler ve geri beslemeleri almak mutluluk verici idi: Dekan hocanın gelecek yıl için kalmamda ısrar etmesi, öğrencilerimden “Hocam, Allah razı olsun sayende matematik öğrendik”, “İyi ki sizi tanımışım” gibi belki de herkese söylenen beylik laflar olsa da insan egosunu okşayan olgular…

“Meglio tardi che mai” kapsamında geç de olsa üniversitede ders verebilmiş, akademik bir unvan kazanarak “hocam” olarak anılmıştım. Listede bir maddeye daha çizik... Ankara, 30 Haziran 2017

önceki yazı–>SAHİP OLUNAN BEDEN… ya da –>Ana Sayfa