Söz vermek belki de dünyanın en kolay işi gibi gelir bazılarına, ardını düşünmeden. Söz hangi koşullarda ve ne anlamda verilir: Farkında olmadan, alışkanlık gereği, baştan savmak için, karşılığında bir şey almak için, ayıp olmasın ya da hallederiz felsefesi paralelinde… Ancak söz vermenin asıl amacı yazısız senet, çek vermek, imzasız anlaşma yapmak, bir konuyu gelecek bir zaman diliminde yapacağına ya da yapmayacağına ilişkin yemin etmek, teminat vermek olması gerekir.
Dinler, filozoflar, atalar, yazarlar, şairler “Söz verme ve sözünü tutma” konusuna ayrı bir önem vermişlerdir: Bir çok sûrede söz verdiğinizde onu yerine getirin anlamında ayetler olduğunu öğrenmekteyiz, bir çok filozof, âlim ve atalardan söz verme ve tutulması hakkında aktarılan deyişler, kitaplarda yazılan metinler, senaryolar, filmler internet üzerinde milyonlarca sayfa halinde klavyemizin ucundadır. “Sözünün eri olmak”, “Sözüm senettir”, “Tutamayacağın sözü verme”…
Bilimsel, sanatsal ve sportif konularda olduğu gibi bu konuda da uygulama, yerine getirme gelişmişlikle, kültürle bağlantılı olduğunu gözlemlemekte, deneyimlemekte ve okumaktayım hâlâ. Gelişmişlik konusunda bir ülkenin tüm coğrafyaları aynı seviyede olmayabiliyor. Bunun en bariz örneğini İtalya’da yaşamıştım. Bilindiği gibi İtalya üç bölgeden oluşuyor: Kuzey-Orta-Güney. Güney İtalya’da genelde Akdeniz ikliminin getirdiği gevşeklik ve genişlik, “Einstein Görecelik Teorisi” paralelinde zamanda farklılık yaşatmaktadır. Güney İtalya’da zaman orta ve kuzeye göre daha yavaş hareket etmektedir. Bu bağlamda yirmibeş yıl önce Napoli’de bir tamirciyi beklerken Amerikalı bir arkadaşın söylediğini unutamam: İtalyanlar için “subito” yani derhal bir ay, “urgent” yani acil demek bir hafta, “urgentissimo” yani çok acil bir-iki gün, arık ölüyorum yetiş dersen belki aynı gün gelebilirler.
Altmış yılın bilinçli geçen ve hatırlayabildiğim 40-50 yıllık periyodunda ve halen bir çok söz almaktayım. “Yarın size haber vereceğim”, “siz kapayın, ben öğrenip hemen döneceğim”, “hemen geri vereceğim”, “Bir gün içerisinde kargonuz evinize teslim”… Ne kadar tanıdık deyişler değil mi? Kişi bazında sözünü tutma, firma bazında, devlet düzeyinde, uluslararası alanda, olay genişleyen halkalar gibi. Ancak benim burada dert yandığım kişisel olarak verilen fakat %90 yerine getirilmeyen boş sözler. Hatta bu konuda verilen sözü daha başta tutmamak üzere geliştirilen teknikler olması insanoğlunun güvenirliğine gölge düşürmekte: Söz verirken tek ayağını kaldırmak, orta parmağı baş parmağın üzerine kilitlemek gibi. Bu konuda “eğitim şart” şablonu da sırıtıyor. Gördüğüm kadarı ile kağıt üzerinde eğitimli olarak görünenlerde bu söz tutmama olayı daha fazla gerçekleşiyor, çünkü genelde bu kesimde daha çok söz verilecek konular ortaya çıkıyor.
Gelişmiş toplumlarda durum biraz farklı: Buralarda insanlar ayıp olmasın diye “tamam abi hallederiz” demiyorlar. Eğer bir şekilde iş yapılamaz olarak görülüyorsa, kolayca olmaz diyebiliyorlar. Böylece hem karşı tarafa boşa ümit verilmemiş olunuyor hem de bir söz alındığında bu senet olarak kabul edilip ona göre planlamalar yapılabiliyor.
Ülkemizde köşe dönücüler, sıralara kaynak yapanlar, başkalarının sırtına binenler “Dunning & Kruger Sendromu” kapsamında çoğaldıkça ve bunlar güç kazandıkça, bunlardan gelecek nesiller daha fazla güçlü ve evrimsel olarak kalıcı hale gelmekte olduğunu görmek üzüntü verici.
Bu konuda geç de olsa ya tutacağımız sözleri verelim ya da verdiğimiz sözü tutalım diyorum. Sağlıcakla, Ankara 07 Temmuz 17
—————————————————-
Bir önceki yazı –>AKADEMİK DENEYİM… ya da –>Ana Sayfa