Tabi koskoca tüm bir ülkenin tamamını gözlemlemek ve buna göre yorumlar çıkarmak zor. Ancak birkaç yerde tekrarlanan olayları bizzat yaşamak, medya üzerinden görülenler ve bazen de buranın yerlileri (kızılderililer değil) ile sohbet sırasında edinilen bilgiler üzerine çevre ve doğal yaşama verilen önem, insanlarla nasıl iç içe yaşanması gerektiği konusunda düşünmeden edemiyor insan.
Şehir merkezleri dışındaki yaşam alanları çevre ve bunlarla iç içe olan tabiat o kadar belirgin olarak düzenlenmiş ki, hemen her “town”, sokak birbirine benziyor ve hepsi müthiş güzel, rahatlatıcı, imrendirici buralarda; bir kere yabancı ve tek başına yaşayanlar için son zamanlarda biraz artarak olsa ortaya çıkan apartmanlar haricinde evler bahçe içerisinde villa dediğimiz şekilde. Her evin bir tarafı yola bir tarafı o bölgenin doğal düzenine bakıyor. Yola bakan taraftaki bahçede ulu ağaçlar ve çim alanları, çoğu bakımlı. Genelde tüm yollarda üç farklı şerit var; araçların geçtiği asfalt yol, yolun her iki yanında ve hemen paralelinde yaya yolu, bu yaya yolunun da iki tarafında dar da olsa çim alanlar. Cadde bir başından bakıldığında, eğer mevsim baharsa, sadece ulu ağaçların uzayan dallarındaki yaprak ve çiçeklerden oluşan renk cümbüşü içinde uzun bir kemer şeklinde geçitler, daha yakınlaştığında daha kısa boylu çiçekli orta boy bitkiler, yanına gidince yere yakın, lale, zambak, nergis, envai çeşit çiçekler. Evlerin diğer taraflarının baktığı eyalete ait ağaçlık alanlar tamamen kendi başına vahşi fakat o oranda da doğal.
Ve bu alanlarda yaşayan ve yaşamasına izin verilen hayvanlar, hayvancıklar. Altı aylık misafirlik sürecimde gördüğüm hayvanlar: Her çeşit kuş; golden finch, robin birds, kumru, ağaçkakan, serçe, karga, şahin, her ağacın sahibi sincaplar; baharda bunların oynaşan yavruları ayrı bir renk ve hareket sembolü, yılan, yabani hindi, kaz, ördek, tavşan, tilki, çakal, bunlara ilişmeyen ve hatta destekleyen kültür ve düzen, daha da önemlisi bu hayvanların da bunu öğrenmiş olmaları ve insanlardan kaçmamaları.
İnsanların bu hayvanlara verdikleri önem, saygı sevgi konusunda bugün şahit olduğum olay beni etkiledi: Torunumla parka giderken birden ormanlık alandan bir yabani ördek fırladı, kah koşarak, kah uçarak bizden tarafa doğru geldi ve geçti. Bunu kovalayan tilki ise sanırım bizi görünce geriye tekrar ağaçlık alana doğru kaçtı. Laf arasında buranın sokaklarında yayalar çok nadir. Bir-iki dakika sonra mini minnacık ördek yavruları peyda oldu; şaşkın, korkmuş yola fırladılar. Ben biraz uzak kaldığımdan müdahale edemedim, gelen araçların bunları görmeden ezeceği endişesine kapıldım. Tam o sırada bu yavrulara en yakın olan büyük bir kamyon ve arkasındaki trafik, öndeki kamyonun durması ile birlikte durdu. Bu kamyondan bu minicik şeyleri görebilmek çok büyük bir marifet, dikkat ve beceri ister. Kamyondaki iki kişiden bir aşağı inip ördek yavrularını perdeledi ve karşıdaki ormana geçene kadar eskortluk yaptı. Bu arada arkadaki araçlar ne korna, ne yandan geçeyim uyanıklığına kapılmadı. Daha sonra anne ördek kaçtığı yerden seslenerek geri geldi ve yavrularına kavuştu.
Doğal yaşam ancak bu şekilde, saygı, sevgi ve düzen ile korunabilirdi. Aklıma Kayseri’deki bir patronun anlattıkları geldi, altındaki son model ve hızlı olan fakat yine yabancıların yaptığı bir araba ile övünmek babından, en büyük zevkinin hızla yoldaki serçelere, güvercinlere çarpmak olduğunu söylediği an geldi. Bir kere de memlekete giderken yolda bir arabanın çarptığı bir tilkiyi gören hemşehrimin arabadan inerek eşi ile birlikte tilkinin kuyruğunu kesmesi ve alması. Bir ara çıkan haberdeki Ankara Kuğulu Parktaki kuğuların birileri tarafından kesilerek yenmesi olayı ve bu olayı ararken karşılaştığım “Antalya‘da park havuzundaki ördekler ile kuğuları çalıp mangalda meze yaparak yediler”, hatta uzaklarda yaşanan “İngiltere’de ülkedeki tüm kuğuların Kraliçe’ye ait olduğunu bilmeyen bir Türk bir kuğuyu kesip, pişirip yedi” ve buna benzer bir sürü haber, yaşanmışlıklar, hepimizin şahit olduğu.
Ne kadar farklıyız değil mi? …Reading, 3 Haziran 2016