Çeşitli kültürleri görmenin oralarda yaşamanın insanlara çok farklı katkılar sağladığı hep söylenmektedir: Çok yaşayan mı çok gezen mi bilir; ya da buna ilave olarak çok okuyan, internette çok gezen mi bilir ilave edilir. Ancak benim bu yazıda vermek istediğim mesaj için “çok gezen, gören, yaşayan” terimi daha uygun olacak. Gördükçe karşılaştırma yapılabiliyor, karşılaştırma yapılabildikçe üzerinde düşünülebiliyor, hangisinin topluma daha faydalı olacağı, doğrusu faydalı olmuş olduğu ve bu nedenle ileri toplumlar olarak anıldıkları görülebiliyor. Çünkü görmeden, bilmeden, okumadan eleştirel düşünce katına erişilemiyor, bu da olmayınca toplum içinde yaşamak düzgün insanlar için bir ızdırap haline geliyor.
Yaklaşık kırk yıl önce ABD’de eğitim alırken edindiğim yaşam deneyimi ve gördüklerim daha sonra aynı ve farklı ülkelerde bu kırk yıl içerisinde çeşitli fırsatlarda gördüklerimle kendi ülkemde ve daha az gelişmiş kültürlerle karşılaştırıldığında bunun toplumların gelişmişlikleri ve geleceklerini nasıl etkilediği ve etkileyeceği fikrini veriyor.
Lafı bu kadar dolaştırdıktan sonra birden deniz kenarına indirmek için örneklemeye başlamak isterim. 1980 yılında ilk defa bir evim oldu kira da olsa, ABD’de. Evi teslim aldığımda içerisi tertemiz ve bizim burada evi aldıktan sonra kendimiz için hazırladığımız düzeyde idi. Bunun nedenini iki yıl sonra evi teslim ederken anlamış oldum: Ev tesliminde istersen kendi çabanla kendinden sonra evi alacak kişiye en temiz hali ile bırakmak ya da belirli bir para bırakmak zorundasın. Bunun bedeli yine yönetim ya da ev sahibi tarafından yapılan denetleme sonrası belirleniyor. Tertemiz teslim aldığın, bulduğun evi en ufak bir çizik bile olmayacak şekilde, badanalı, demirbaşlar çalışır durumda teslim edeceksin; kendi pisliğini kendin temizleyeceksin. İkinci nokta kendinden sonra gelene yani topluma karşı saygını gösteriyorsun. Hemen geçelim bu tarafa: Ev sıfır değilse, kiracı çıkmış ise görünen manzara hepimizin bildiği; her taraf kullanım yılına göre tahrip edilmiş, taşınma izleri ve artıkları her yerde, genelde tesisatlarda hasar, arıza… Hatta birçok takıntı, kira borcu, yönetime borç, eskiden elektrik, su, gaz borcu… Kendi pisliğini başkasına temizlettirmenin verdiği zevk.
Yaşamı her alanında ve anında durum aynı. Spor salonu: ABD spor yapılıp bittikten sonra kullandığın aletleri yerlerine koyuyorsun orayı işleten tarafından konulan ıslak-kuru mendillerle tuttuğun , yattığın yerleri temizliyorsun, ışıkları varsa TV ve benzeri diğer aletleri kapatıyorsun, senden sonra kimse yoksa, kapıyı bacayı kilitleyip çıkıyorsun. Bu tarafa geçiyoruz: Kullanılan aletler ortalarda atılmış, senden sonra gelen ya da salon görevlisi kaldırsın, işi ne? Yürüme bandını terli ellerinin tuttuğu şekilde ve hatta çalışır biçimde bırak, senden sonra gelen isterse temizlesin. Camlar kapılar açık, yok yağmur girer, rüzgar çarpar sana ne, nasılsa ömrün boyunca ardını toplayan biri var. Hatta aletleri yerlere fırlat kırılsın, dökülsün nasılsa bir daha kullanmayacaksın.
Piknik yerleri, gezi alanları, su başları: Çıtlat çekirdekleri kabukları yerlere öbek öbek yığ. İçtiğin suların pet şişelerini fırlat etrafa, hatta cam şişede bir şeyler içmiş isen onları da kırarak at ki senin buralardan geçtiğin belli olsun, şanın yürüsün.
Park ederken arabanı öylece bırak. Çizgilerin içine, engelli park için ayrılmış yerlere ya da mekan girişlerini engelleyecek şekilde en yakın noktaya bırak ki ne kadar uyanık ve akıllı olduğun belli olsun. Nasılsa diğerleri senin kadar akıllı değil kurallara uyuyor enayiler. Önümüzde bir ilk okul var. İnsanlar(!) çocuklarını araba ile getiriyor. Ancak en sonra gelen en yakın yere park ediyor. Fizik kurallarına aykırı bu durumu nasıl çözmüş dahî insanlarımız: Bir kaç arabanın çıkışına engel olacak biçimde ikinci, üçüncü hat yaparak ya da okul giriş kapısına koyarak. Aynı olayı ABD’de okul pistinde koşarken defalarca gördüm: Bir sonra gelen kesinlikle öne geçmiyor, en son arabanın ardına park ediyor. Bu şekilde belli bir süre sonra gelenler belki bir kaç kilometre uzağa park ediyor ve yürüyor, hiç düşünmüyor, yeltenmiyor bile bir bakayım önlerde yer var mı diye.
Kimler kazanıyor bu kaos ortamından: Üçkağıtçılar, pervasızlar, saygısızlar, görgüsüzler… Düzgün insanlar çekiniyor bunlarla dalaşmaya, belki arkasında bir dayısı vardır, belki kendisi önemli ve yetkili biridir bazen de korku, kavga, yaralama hatta öldürmeler her an televizyon ve internette.
Konunun eğitim-öğretim derecesi ile de bağlantısı, bilimsel olarak ortada olmasa da gözlemlendiği kadarı ile, fazla değil. Arabalara masum amaçlarla olanları olduğu kadar kendilerini teşhir etme amacı ile de konulduğunu düşündüren üniversite, meslek belirten logolu kartlar, stickers yapıştıranların da benzer davranışları sergilediğine sıkça şahit olmaktayız; öyle ki “Eğitim Şart” repliği sadece komik kalıyor.
Bütün bu verilen örneklerin ve daha burada yazılmayan her an şahit olduğumuz binlercesinin ardında yatan psikolojik ve sosyolojik bozuklukları irdelemek ve çözüm önerileri sunmak değil bu yazının gayesi, sadece bir tespit, serzeniş. Yoksa çok derin konular: Bir şeylere rahata çaba harcamadan başkalarının çalışması erişmenin, borçlar ve rant sayesinde bisiklete binmeden jiplere tırmanmanın, hatlı telefon kullanmadan son moda cep telefonlarına sarılmanın getirdiği görmemişlikler.
Bence medeniyet ve toplum içinde yaşamanın, doğrusu gelişmiş bir toplum olabilmenin yolu kendinden sonra geleni yani toplumu öne koyabilmekten geçiyor. Kendinden sonrasını düşünmeden yaşayan toplumlar bilimde, teknolojide, insanlıkta hep geri kalmaya mahkum ve bunun örnekleri de her gün gözlerimizin önünde. Ankara, 21 Eylül 2017